Babam Lazoğlu Şükrü Usta ve Seydişehir.

İlk bölüm: Babam Lazoğlu Şükrü Usta,  

Nis 23, 2024 – 1940 – 50 yılları, sanatkarın olmadığı, olanlarında parmakla gösterildiği zamanlardır.  Burada  herkesin işine koşar. Bileğinin hakkı ile kendini kabul ettirir. 1950 yılında Seydişehirde çalışmaya   başlar.

Akseki! O zamanlar sahil kenarları pek makbul olmadığı için, bura halkının bir bölümü Seydişehir’e gelmişler.

Aksekili ailelerden biri olan Hasan Baran’ın yanında çalışmaya başlar. 1951 -1957 yılları arası burada çalışır. Bu aile ile olan ahbaplığımız, son nesilleri olan torunları (2024) üzerinden devam etmektedir.

  • HAPİSHANE  HATIRASI

Babam; 1953 – 54 yılları arasında, Beyşehir istikametinden traktör ile buğday  getirirken; Bu yol üzerinde ve Akçalar Kasabası yakınında yer alan Çifte Köprüler üzerinde iken, bir şekilde traktörün arkasındaki römork; bağlantısının yerinden ayrılması neticesinde köprüden çaya düşer. Römork üzerinde olan kişilerden biri ölür.

Trafik kazası sonrası hapse girer. Hapishane arkadaşları Bozkır ilçesinden Ethem  ve başka vilayet ten gelen, Hamdi idi.

Ethem amca, kısa boylu, zayıf biri. Digeri Hamdi ise,  iri yarı ve kilolu imiş. Babamın, bu arkadaşı ile unutamadığı ve bizlere de  aktardığı bir anısı var idi. Mahkumların, aydınlatmaya çıkartıldığı bir gün de Hamdi, babama :

– Şükrü: Sende para yok, bende para yok. İkimiz para kazanalım, der. O an orada bulunan mahkumlar pür dikkat kesilirler. Babam – Olur ama, nasıl kazanacağız?  –

Kolay, senin burnuna halka takalım, ben tef çalarım, sen de ayı gibi oynarsın, böylece para kazanırız, der.                                          Babam : İyi ama, ayı oynatmanın da  bir  şarkısı var. Sen biliyormusun?

– Hayır, der Hamdi.  Bu sefer hapishane arkadaşları babama;  – Sen biliyormusun?, diye sorarlar. Babam :

– Evet, der. Ve şarkısını söyler.

Ayımın gözleri humar. – Birini açar, birini yumar

– Ağalardan bahşiş umar. – Vay ayı, vay koca dayı, diye dörtlüğü söyler.

Bu sefer bütün mahkum arkadaşları Hamdi ‘ye;

Hamdi, sen ayı olacaksın;  Şükrü’de tef çalacak ve sen oynayacaksın,  derler. Konu bu şekli ile kapanır.

  • EVLİLİĞİ VE BELEDİYEYE GİRİŞİ

Babamı, yabancı olmasıHasanKaçmaya karar verirler. Ve evlenirler.

( Daha önceleri kızlarını babama layık görmeyen aileler; 1960 lı yıllarda belediyedeki işinden dolayı namı ve adı duyulan babam için: – Böyle olacağını bilseydik, kızımızı kendi elimizle verirdik, demişler.)

Babam; 1957 yıl Ocak ayında Seydişehir Belediyesine ait elektrik üretim santraline – Makinist, olarak resmen işe başlar. O zamanlar şehir içindeki ‘eski’ otobüs garajı olan yer, aynı zamanda hem elektrik santralinin, hemde haftalık perşembe Halk pazarı yerinin olduğu kesimdir.

Sene 1960. Babam, bir komşunun leblebicilik yapan oğlunu, komşularının ısrarı ile yanına – yardımcı, olarak alır – aldırır. İşi öğretmeye çalışır. Her ne kadar babam –Usta olsa da, sonuçta bir yabancıdır. Dışarıda dükkanı olan ve motor tamirciliği yapan başka bir ustada,  babamın yardımcısını geliş  – gidiş, babama karşı – Sende usta oldun, bu işi biliyorsun, sana  yardım ederim, türü yönlendirmelerle babama karşı dolduruşa getirirmiş!

Babam, zamanı geldiği için elektrik santralinin genel remizlik ve bakımını yapar. İki büyük İtalyan dizel motorlarına ait ilk çalıştırılma anında uçlarına fitil takılıp – yakılan ve silindir kapaklarına sıkıştırılan ateşleme fişeklerini, öneminden dolayı ayrı bir yere koymuş. Temizlik sonrası bu fişekleri koyduğu yerde bulamaz.

Bulamadığının sebebi ise: Babamın fişekleri koyduğu yere, Değirmen ustası olan kişi; değirmene ait değirmen taşını yuvarlayarak duvara dayamış. Fişekler; değirmen taşı ile duvar arasında kalmış. Fişeklerin bulunmayışının sebebide bu.

Babamın işe aldırttığı kişi: – Lazoğlu, bu malzemeleri falanca şahıslara ait un değirmeninde kullandı, oraya verdi, diye konuşur ve o zamanki yetkililere bu şekilde şikayet eder. Babam her ne söylerse de, kendini aklayamaz. Sene 1960 başları. Seydişehir ~ 2500 nüfuslu küçük bir kasaba.

Seydişehirde 1960’lı yıllarda geçerli bir meslek olan #LEBLEBİCİLİK ( Ki! Seydişehirde Leblebiciligin tarihi 1300 yıllarına dayanır.  Bakmayin siz! Şimdilerde Çorum un adının çıktığına. Seydişehire Alüminyum Fabrikasının kurulması ve gelişen teknoloji sonrası bu meslek erbabapları işlerini terk ettiler. ) Sıcak Demircilik, Kalaycılık, Nalbantcılık, hayvan koşum işi yapan Saraclar, Terziler (bu işi yapan Ermeni ustalar) ve motorlu un değirmenleri vardı.

Bu yerlerin sahipleri ve şehir halkı babamı, –  yabancı olarak görseler de haliyle,  hem tamirci hem elektrik santrali baş makinisti olması sebebiyle gece gündüz ve daimi, işleri düşüyor. Bundan dolayı seveni de, sevmeyeni de var.

Sonuçta babam; gerekli – gereksiz herkesle ve esnaflarla, işli dışlı olmak zorunda. Kaldı ki; vermiş olsa bile, başkasına vereceği (yedek) fişeklerden 1 – 2 tanesi olur. Büyük motorlara takılan fişek ise 6+6= 12 adet. Haliyle bu fişeklerin yedeğide olması gerekiyor.

Haliyle o zamanlarda ülkemizde ve Seydişehir de ‘usta’ aramakla bulunmuyor. Babamın, Mesleğinden dolayı bir şey sorana, yardım isteyene her zaman faydası oldu. Ayrıca, kendisine ihtiyaç duyulan resmi bir işi yapıp, sorunsuz olarak elektriğin üretilmesini sağlıyor. Bir şeyi daha vurgulayayım. İşin içinde – İşten çıkışı söz konusu olacak olan – kişi, başkalarının menfaati için kendini harcatır mı? İster istemez kim olsa, – bu fişekler kasıtlı saklanıldı’mı! demezmi?

(Belki – Bence! Yukarıda belirttiğim yerli- yabancı anlayışı nedeni ile değirmenci ile babamın yardımcısı işbirliği yaptılar! Değirmenci; Fişekleri lsteyerek sakladı….)

Babamın suçsuz olduğu anlaşılır. Ve iş başı yapabileceği söylenir. Babam kabul etmez.  Çünkü geçen zaman içerisinde babama karşı söylenen hakaret ve suçlamalar söz konusudur. Haliyle o gün için yapılan ve konuşulanları tam olarak bilmem imkansız. Ama, hoş sözler olmayacağı da kesin!

Esasında hatırlamam gereken ama sonradan öğrendiğim bir olay daha! Babam, belediyedeki işinden ayrıldıktan sonra; Yazımın başlarında belirttiğim bir olayın aynısı, bu sefer Seydişehirli jeep taksici Hüseyin Gülpınar ile yaşar.

1. Bölümde yazdığım gibi bu sefer Hüseyin Gülpınar, aynı teklif ile: Sermayesi benden – ustalık senden der ve tamirhane dükkanı açarlar.

Burada fazla kalmaz ve ayrılarak Ankara’ya  çalışmaya gider. Sene 1960 yılı ortası. Bu kısmı çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli Dedem ‘karakaş Yusuf’ ile Ankara’ya babamın yanına gittik. Babamın bana aldığı uçan balon, otel odasında karyolanın altına kaçmıştı.

  • İZMİT/ GÖLCÜK  VE SEYDİŞEHİR

1950 – 60 lı yıllarda ABD malı  çeşitli amaçlı makinalar, Türkiye nin bir çok  yerini kaplamıştır. 1961 – 62 senelerinde, İzmit – Gölçük te ikamet etmek durumunda kaldık.

Bu arada babamın işe aldırdığı yardımcısı kişi, santral makinisti oluyor. Ayrıca, aslen Seydişehir’li olup Seydişehir dışında motor tamirciliği yapan başka bir (İbrahim) ustanın, şehre gelmesi ve santral makinistine dışarıdan yardım etmesi sağlanır.

Gel gör ki, kuytu köşelerde yapılan konuşmalar ve ayarlamalar,  elektrik santralindeki 6+6=12 adet fişekle çalışan 2 adet büyük (8 – 10 mt uzunluğunda) İtalyan ve 1 adet küçük (5 mt) Çekoslavak malı jeneratörlerin, randımanlı çalıştırılmasına bildikleri, kafi gelmez. Olan arızalar yapılamaz yada yeterli olmaz.

1960 ihtilalî sonrası 1962 yılında yapılan seçimler neticesinde askeriyeden emekli Binbaşı Nevzat Akbaş, belediye başkanı olur. Her ne kadar belediye başkanı Seydişehirli olsa da, devamlı dışarıda olmasından dolayı, santralin çalıştırılma durumunu ve geçmişini bilmemektedir. Fakat başta Seydişehir halkının bildiği bir şey var. Şehir de elektrikler düzgün verilememekte, motor arızalarının sonu gelmemektedir. Halkın şikayeti artmaktadır.

Belediye Muhasibi Erol Ulutaş O zamanlar, Lazoğlu Şükrü nün geçmişte başına gelenleri  bilmekte, takdir etmektedir. Ama yapa bileceği bir şey yoktur. Vakti saati geldiği için durumu Belediye Başkanına iletir. Nevzat Akbaş: Lazoğlu her ne yerde ise bulun, gelmesini sağlayın, der.

Hatta bizzat başkan, dedemin evini bu maksatla ziyaret bile etmiş. Sonuçta görevlendirilen kişiler, ‘Karakaş‘  lakaplı Yusuf dedemi  Gölcük’e, babamı Seydişehire dönmesi için ikna etmeye gönderirler. Babam ve biz şehre dönüş yaparız. Babam bir süre belediye ile antlaşmalı olarak, gündüzleri açtığı tamirhanede, geceleride elektrik santralinde çalışır. Çünkü Seydişehir halkının, örnekte olduğu gibi kendisine ne yapacağını bilemez!

  • SEYDİŞEHİR

Babamın bir şekilde işten çıkartılmasına neden olan kişi, babamın akibetine uğrar. Haliyle, elektrik santralında tek kişi olarak çalışırken bu sefer, belediyede şoför olarak çalışan başka bir arkadaşı; kardeşini işe almasını ister. Ve bu seferde bu kişi ile çalışmaya ve bildiklerini öğretmeye başlar.

Gündüzleri, bazen öğleden önce  10 – 11,  öğleden sonrada 13 – 15 saatleri arasında elektrik verilirdi. O zamanlar şehrimizde geçerli meslek olan ‘leblebicilik‘.  Tamirciler, leblebiciler için ger ve haftada bir Çarşamba günleri gündüz film oynatan sinemacı için, elektrik elzem idi.

Akşamları verilmeye başlanan elektrik, gece 24⁰⁰ kesilmeden önce halkın bildiği ve babamın uyguladığı bir yöntem vardı. Babam, gece saat 23.30′ a doğru elektrikleri 2 – 3 sefer keser / verirdi. Bundan amaç, yatmamış ve gezmede olan kişilere, yatmaları veya evlerine gitmeleri konusunda, bir ikaz idi.

1960 lı yıllarda daha elektriği olmayan köy ve kasabalarımızın olduğunun bilindiği bir zamanda,  dramatik bir hatırayı aktarmak istiyorum.

Günün birinde bir köylü vatandaş, şehre gelip bir ustaya uğrar ve bir kaynak işinin yapılmasını ister. Usta – Şu an elektrik yok, geldiği zaman yapalım, der. O güne kadar elektriğin ne olduğunu bilmeyen vatandaş ustaya; – Nerede ise bana söyleyin, ben gidip getireyim, der. Ustanın  muzipliği tutar.  O an atölye içinde bulunan ve halkımızın özellikle alış verişlerde kullandığı söğüt dalından örülmüş üsten saplı büyükçe bir sepeti gösterip:

Peki şu sepeti al, garaja git. Orada fabrikada Laz oğlu isminde usta var, onu bul, selamımı söyle sana biraz elektrik versin, al gel, der.  Vatandaş sora sora babamı bulur. Ve  SA – AS Usta, beni usta gönderdi. Şu sepete biraz elektrik veriver, benim işimi yapacak, demiş. Babam, gülermisin  – ağlarmısın! adama acıdım, derdi.

Dikkatinizi çekerim: 1960’lı yıllarda; Türkiye de  makine ve teknikleri konusunda tek yetkili kurum olan Makina Kimya Endüstrisi (MKE),  – bildiğim kadarı ile – belediyeye ait olan iki adet büyük İtalyan, bir tanede küçük  Çekoslavak malı motorlar için  Çalıştırılamaz‘  raporu vermiş.

Hal böyle iken babam, elektrik santral ve motorlarını, Seydişehir’in enterkonnekte sistem ile Türkiye çapında genel elektrik  sistemine geçtiği 1969 yılında motorları, çalışır vaziyette teslim etmiş ve santrale kilit takılmıştır..

Babam; 1966 yılında ise; Alaylar mahallesine bir ev yaptırmaya başlar. BelediyeBu aralarda Etibank Aluminyum fabrikası temellerinin atılması ve işçi alımları başlar.


Rahmetli Nevzat Akbaş; O zamanlardaki Etibank Alüminyum Fabrıkası yetkililerine şifaen- Belediye elemanlarından Lazoğlu Şükrü HARİÇ, istediğinizi – isteyeni işe alın, demiş

Bu sefer yardımcısı; O zamanlar 12 Eylül sonrası belediye başkanlığı görevi yapan kaymakama: – Ben cumartesi günü memur olduğum halde çalışırken Lazoğlu çalışmıyor diye  şikayet ediyor. Kaymakam / Belediye başkanı kişide babamı, cmrt günüde çalışmaya mecbur ediyor. O zamanlar babam bu duruma çok üzülmüş ve işe aldırdığı kişiyede çok kızmış ve bu kişi ilede muhabbetini kesmişti.

Danıştaya açtığı mahkeme sonunda, Fazladan çalıştırıldığı 12 iş gününe ait  tatili mahkeme kararı ile aldı. Ve babam,  1982 yılında emekli oldu. Ömrü hayatı, gece gündüz hep çalışmakla geçmiştir. . Bir hatası vardı. Çok sigara içer, eksoz gazı içinde – mis, derdi.

  • GÜRCİSTAN BATUM ve SEYDİŞEHİR

1969 yılında Zonguldak lı bir kişi; Gürcistan  Batum da yaşayan akrabalarını görmeye gidecektir. Yanında akrabalarına ait bir çok resimleri de götürür. Zonguldaklı kişinin, Batum da misafir olacağı aile, babaannemi tanımaktadır. Ayşe babaanneme: Ayşe, Türkiye den bir akrabamız geldi. Sen de gel, hasretlik giderirsin, diye çağırırlar.

Babaannem gelir. Getirilen resimlere bakar. Resmin birinde gördüğü bir erkek için: Bu, falanca değil mi?, diye sorar. Sorduğu kişi ÖZ ablasının oğlu ve yeğeni olan, Asım Özbostancı’dır.

Türkiye ye gelen Zonguldak’lı kişi, hemen Asım amca ile irtibata geçer. Asım amca, biraz zorlanarak Hürriyet Gazetesi aracılığı ile babamın adresini bulur ve mektup yazar. 1970 yılından 72 yılına kadar Azerbaycan – Bakü ve Türkiye – Seydişehir arasında yapılan yazışmalar neticesinde: Babaannem Ayşe, Halam Fadime ve kocası Abbas Abbasof, T. C. ve S. S. C. B. ne yapılan başvurular neticesinde, 42 yıl aradan sonra 1972 Mart ayında Türk topraklarına ayak basarlar. 

Amcam Hamdi YUSUFZADE, birkaç kez Türkiyeye geldi. Şuan Azerbaycan Bakü de, halamın 4 kızı, torunları ile babaannemin ikinci kocasından olan torunları var. Ben 2004 yılında, Azerbaycan’a gidip, Büyükbabamın doğduğu, babaannemin yaşadığı ve kabirlerinin olduğu toprakları gördüm.

  • KIYMET BİLMEZLİK

Acı ve ıstıraplar arasında geçen bir ömür, yardımcısı  ile küs olarak ; 01 . 01 . 1987, perşembe günü ve saat 08.10′ da 61 yaşında sona erdi.  12.2011

Bu yazdıklarım; Seydişehirli olmayan birileri için, bir anlam ifade ediyor mu? Ettiğine eminim. Söğüt altında ıslık çalan kişi! Seydişehirin tarihi geçmişi olarak anlatılırken! Ömrünü Seydişehire adamış, Yetkililerden iltifat görmüş Lazoğlu Şükrü için, yazılı ve sözlü basında iki cümle bile çok görülmektedir.  05.09.2021 pazar