Türkiyede Kamu Kurumlarının Özelleştirilme Nedeni ve Seydişehir.

Bir önceki yazımda  Türkiyede Kamu Kurumlarının Özelleştirilme Nedeni  hakkında açıklamalar  yapmıştım. Bu yazımda ise Etibank  Alüminyum Tesislerinin özelleştirilme aşamasında, Seydişehir ( Türk ) halkı ve Eti Alüminyum işçisinin özelleştirilmeye bakış açılarını yorumlamaya ve bazı gerçekleri paylaşmaya çalışacağım.

Bir önceki yazımda, Adalet Partisinin 24 Ocak kararları ile özelleştirilmelerin önünü açtığını, halkın ağzına verilen ” zarar ediyor” sakızı sayesinde özelleştirilmelerin, TÜRK HALKINA kabul ettirildiğini belirtmiş ve Seydişehir halkının neden özelleştirilmeyi desteklediğini,  bu yazımda açıklayacağımı vurgulayarak, bitirmiştim.

Evet; Seydişehir halkı neden özelleştirmeye alkış tutmuştu. Bana göre bunun,  dört  sebebi var.

1 – İşçi; Fabrika temellerinin atıldığı 1967 yılından 1990 yılına kadar kazandığı tüm parasını, Seydişehir esnafına veriyordu. Seydişehir esnafı da parasına para, malına mal katıyordu. Fabrika işçisi, çarşı esnafının gözünde, -teşbihte hata olmasın- ”Sağmal İnek” idi.

Görünmeyen  şekli ile  belirli bir esnaf kesiminin gözünde  işçinin ev, araba alma, zevki için para harcama hakkı yok idi. Onlara göre işçiye bisiklet bile çok, yürüsün! Kirada oturacağı ev, ona çok bile! Para biriktirmek, ihtiyacı ve zevki için parasını harcamak gibi bir hakkı, olamazdı!  Ama çarşı esnafının ise,  ‘Allahın emri‘  imiş gibi her şeye hakkı vardı. Her 2 – 3 senede bir arabasını değiştirecek, Seydişehir de bir evi olacağı gibi Antalya da veya başka yerlerde 1 – 2 tane yazlığı olmalı! Bunları nereden mi biliyorum? Bende Seydişehir de yaşıyor ve toplum içinde konuşulanları duyduğum gibi, esnafı savunup, işçiyi kötüleyenlere de, gerekli cevabı verenlerdenim.

1990 yılı ve sonrasında, çalışıp üretmediği halde ‘Çağ atlatılan’ Türkiye ve Türk halkına olduğu gibi; Seydişehir işçisine de ‘Çağ Atlatıldı‘. İnsan olmanın gereğini ve gerekenlerin hepsine sahip olmaya başladı. Ev, araba, seyahat ile ailesel ve kişisel ihtiyaçlarını şehir içinden ve dışından, gidermeye başladı.

Maddi imkanları oranında çeşitli vesileler ile şehir dışına çıkmaya başlayan  işçi arkadaşlarım, şehir dışındaki yaşamı ve çeşitliliği görmeye, geçmiş yıllarda  çarşı esnafına yiyecek, giyecek vb gibi konularda ve fiyatları yönünden nasıl kazıklandığını,  anlamaya başladı. Haliyle 1985 yıl ve sonrasında yapılan her türlü alış veriş durumları, döviz üzerinden halledilmeye başlanılmıştı. Türkiye’de olduğu gibi Seydişehir’de, özellikle esnafın yaptığı yada herkesin yapmak istediği türde işçi arkadaşlarımda, cebindeki ihtiyaç fazlası olarak artırdığı lirasını, dövize çevirmeye başladı. Böylece bazı esnaflara akan ‘süt’  miktarı, dahada azalmaya yada bitmeye başladı.

Bazı ihtiyaçlarını daha ucuza, şehir dışından karşılamaya başlayan işçi, esnafın gözünde, düşman olarak görünmeye başlanıldı. Haliyle çarşı esnafının Sağmal İnek’in ‘sütü kesildi’. Seydişehir halkı ve esnafı, işçiye diş biledi. İşçi tamamen haklı mıydı? Haksız olduğu yerlerde vardı.   Mesela:

Seydişehir de olduğu gibi; Dünyanın her yerinde kimi insanların maddi gücü, gördüğü her şeyi almayı bırak, zorunlu ihtiyacını bile karşılayamayan kişilerle dolu. 1990 yılından sonra, özellikle 92 ve 98 yıllarında işe girmiş 3 – 5 yıllık yeni işçi, kıdem olarak kendisinden 15 yıl daha eski olan, işçi arkadaşın maaşına yakın maaşı, almaya başladı. Özellikle bu grup içerisinde bulunan genç arkadaşlarımız, bir anda ummadıkları bir refaha kavuştular.

Nasıl mı? Toplu Sözleşmeler yapılırken sayı bakımından ağırlıkta olan eski işçi arkadaşlarımıza, (mesela) % 15 – 20 zam verilirken, azınlıkta olan ve yeni işe giren arkadaşlarımıza, % 50 ye yakın zam verildi. Böylece tüm işçiye verilen zam ortalaması, %30 – 40 gibi yüksek gösterilirken, Türk ve Seydişehir Halkı kandırıldı. Ve çoğunlukta olan eski işçi, az zam aldı.

Ummadıkları bir refaha erişen bazı gençlerin, aşırıya kaçan nahoş hareketleri, zengin – yoksul Seydişehir halkının tepkisini çekti. Buna neden olan maddi güçlerinin yanında, zaman içerisinde bilgisayar devrinde gelişen teknoloji, kolaylaşan her türlü sanayi üretimi, kredi ve rekabete dayanan ticari kolaylıkların büyük bir etki olduğunu, unutmayınız.

Ayrıca, özellikle geçmişteki Hükümetlerin, sendikal sözleşmeler sırasında dile getirdiği, halkın kulağına soktuğu ve halkında sahiplendiği bir anlatım şekli var:  Emeklilik yaşı geldiği halde emekli olmayıp, hala çalışan, iş yerinde uyuyan işçiler var! Bu ifade şekli tüm yurt sathında geçerli olmakla beraber Seydişehir halkı, geçmişin verdiği bir hırsla bu açıklamalara sahip çıktı. Ve: Emekliliği gelen işçi, emekli olsun. Bizim çocuklarımız çalışsın, denilmeye başlanıldı.

Ey bu konuşmalara sahip çıkan  Seydişehir (Türk) halkı: Emekliliği geldiği halde hala ve hala çalışmaya devam eden, iş yerinde uyuyan sadece işçi ve işçiler mi? Emekliliği geldiği halde hala ve hala çalışmaya devam eden, iş yerinde uyuyan her türlü birim ve meslekte çalışan MEMUR YOK MU? Neden aynı terane memur için söylenmiyor!  Diliniz mi dönmüyor? Memurun tecrübelisi gerekli de, işçinin tecrübelisi gerekmiyor mu? Yoksa hep sakızlara mı dolanıyorsunuz?

NOT: Fabrikada çalışırken birlikte veya tanış olduğum; 4 C li olarak şuan devlet dairelerinde, Fabrikada çalışıyor olsalar idi, alacakları maaşın yarısına talim eden arkadaşlara: – Şuan olması gereken hakkınızı verseler, fabrikaya döner misiniz diye sorduğum kişiler: Bizler fabrikada iken, ölmüşüz, diyorlar.

Ne demek istediklerini; birazcık aklı olan varsa, düşünsün!

2 –  İşçinin, fabrikanın satışında Seydişehir halkının desteğini kaybetmesinin diğer bir sebebi de,  kısmen işçinin kendi hatası idi.. Dikkatinizi çekerim ‘kısmen‘.

Seydişehir ve civar köylerinde yerleşik, özellikle çiftçilikle uğraşan bazı işçiler, halkın arasında iken utanmadan ve ilerisini düşünmeden, haddini aşan bir şekilde: – Ben gündüz, iş saatine kadar kendi bahçemde, tarlamda çalışır, –vardiyalı–  işe gittiğimde’de  uyurum!   diyen olmuş. Kendini bilmez, kazancını hak etmeyen, yeri geldiğinde de Allah ve kitaptan dem vuran, ahlaksız arkadaşlarımızda mevcut idi.

Bir  anlamda ‘uyumaya’ gelenler var idi! Ama nasıl? Dışarıdaki kişi, fabrikaya  yatmaya gelenin ne iş yaptığını bilmez. O kişi işçinin söylediğini bilir. Haklılar da. Kamu iş yerlerinde  çalışan kişiler, yapacağı işe ve çalışacağı  tezgahın kadrosuna göre işe alınır. Her işçi, kadrosunda çalıştırılır ve kendi işinden sorumludur. Her hangi bir şahsın işinde olduğu gibi, kamu işçisine  – “Gel buraya çalış –  Git oraya çalış.” diyemezsiniz. Diyecek olan teknisyen ya da Mühendis, o işçi arkadaşın isteği karşısında, yazılı bir kağıt verip her türlü sorumluluğu üstlenmek durumundadır. Yazılı kağıdı veremediği an, git başka yerde çalış deme salahiyetinde değildir. Şayet işçi  ALLAH; KİTAP, VATAN diye gider ve başına bir iş gelirse, O zaman TEK SUÇLU İŞÇİDİR. Adı üstünde devlet ve devlet dairesi, kamu iş yeridir.  Memur içinde böyledir, işçi içinde.  Ne yazık ki Türk halkının gözünde, işçinin adı var.!! Bir zamanlar başbakanlık yapmış Tansu Çiller: “İşçiye verilen para, PKK’ya gider.” dememiş miydi?

Kamu fabrikalarında çalışan işçilerin kimi 7,5 saat veya bu zamana yakın sürede  işinin , tezgahının başından ayrılamazken; kimileri de 7,5 saat eline iş almaz. Almaz derken, tezgahların  veya değişik iş yerleri arasında elinde 1 – 2 malzeme ile dolaşır durur. Esasında dolaşması bile; iş yapmasıdır. Bu kişilerin ilki seri üretimde çalışırken diğeri, getir – götür bir başkası ise Elektrik ve Makina Bakım işinde çalışmaktadır. Üretimin durduğutezgahların sustuğu yerde, 7,5 saat eline iş almayan, sabahtan akşama kadar dolaşan kişi, çalışmaya başlar. Düzen bu şekildedir. Efendim “Niye yatacak, vatan, millet adına gitsin yardım etsin! Başka yerde çalışsın! ” demekle, iş olmuyor.

Şayet işçi kendi isteği veya başındaki yetkilinin  sözlü  talimatı ile, kadrosu dışında bir iş yapar ve başına bir iş gelirse;  ‘O’  işçiyi sözlü olarak gönderen yetkili  ” Ben gönderdim, DEMEZ – DİYEMEZ.” Yanan, işçi olur. Yine iddia ederseniz, O zaman ben size en az 10 şahitli bir iş kazasının hikayesini anlatırım.  Hal böyle iken yine suçlu; İŞÇİ OLUR. Vesselam. İşçi arkadaşlar arasında iş yerine gerçekten yatmaya gelen kişiler olmuştur. Ama bu kişiler bir elin 10 parmağını geçmez, geçemez. Ama bir çürük elma, bir kasa elmayı çürük eder –etmeli’mi? Ve etti de.

3 – Diğer önemli bir etken; AKP Konya Milletvekili ve Seydişehirli hemşehrimizin radyoda ve çeşitli mahalli yerlerde söylediği tekrarlanan; Eski işçi işten çıka-rıla-cak, onların yerine 5.000 -beşbin- genç işçi alınacak açıklaması, işçiye kin duyan Seydişehir halkının aklını başından almaya yetti, arttı bile. Böylece çalışan eski Eti Alüminyum işçisi, halkın desteğinden mahrum kaldığı gibi, garezine bile uğradı.

Not: 2016 -17 yılı itibari ile Ce-Ka Eti Alüminyum’da çalışan işçi sayısı: 1200  kaynak: Seydişehir’in Sesi gazetesi

17 Şubat 2016 – Seydişehir Öz Çelik  – iş sendika şb açıklaması: Kamuda iken çalışanlar ise: 1400 kadrolu işçi + ≈ 700 taşeron işçisi + 400 memur =  2500 çalışan kişi ekmek yiyordu. Ya şimdi? 1200 kişi.  Gelelim en önemli 4.  şık.

4 –  İşçinin temsilcisi, savunucusu  olması gereken! Hak İş’e bağlı Öz Çelik  İş sendika’mız! (Karabük Demir Çelik fabrikalarında olan örneğinde olduğu gibi) kendi menfaatleri yönünde  bir pay çıkartma telaşına düştü. Fabrikanın satışında hesaplanmış olan hisselerin, % 14’nü alabilmek için, gayret göstermeye başladı.

Bu gayretleri sırasında sendikal çıkarları, işçi çıkarlarının üstünde sayıldı. % 14‘lük hissenin adı ‘Altın Hisse’ olarak addediliyordu. Hükümet ve/veya fabrikayı satın alan şirket ile yaptıkları pazarlıklar fayda vermeyince, o ana kadar akıllarından bile geçirmedikleri gerçek görevlerini hatırladılar.

Pazarlıkları olumlu gelişse idi  Sendika işçiye dönüp -Oturun oturduğunuz yere, kıpırdayanı mahvederim, diyebilecek durumda olacaktı. Ama sendikadaki hesap, Özelleştirme İdaresinde onay görmeyince; Seydişehir’e gelip,  ‘ sendika’cılık‘ oynamaya  başladılar.

Ayrıca, bir önceki yazımın sonunda belirttiğim konuyu burada da  vurgulamamda fayda var. Seydişehire bir akşam vakti gelip genel müdürlük sahası içerisinde konuşan Başbakan RTE’ nı alkışlayan işçinin % 90’nı taşeron firmada çalışıp: – Fabrika satıldığı zaman    kalifiye işçi – usta  olacağız, diyen gençlerdi. Bunların haricinde, uzaktan dinleyip – seyredenlerin haricinde, kendi geleceğinin vehametinde olmayan, geleceğini düşünmeyip sırf  yaranma telaşında olan ≈ 50 kadrolu işçi, şak – şaklamıştır.  Buda böyle biline.  Velhasıl;

Kamu iş yerleri, herhangi bir iş yeri değildir. Devlet, çıkarttığı kanunlara bazen ters düşse de,  sonuçta istese’de – istemese’de çıkarttığı kanun ve yasalara uymak zorundadır. Dünyanın her yerinde de böyledir. Devletin Başbakanı, Bakanı, Müsteşarı, Müdürü , Şefi, Makina Mühendisi , Teknisyeni aracılığı ile bu sorumluluğu alamıyorsa, işçiyi suçlamanın alemi ve gereği yoktur. ( Bu yazdıklarıma bir itirazınız olursa, lütfen YORUM kısmına yazınız. Ben cevabı-nızı-  vereceğim.)  9 Kasım 2011

24 Mart 2015 tarihli Aydınlık Gazetesi: CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın önergesini yanıtlayan;  Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız…Bedava verilen barajdan Ce-Ka 3 katrilyon TL kazandılar. Seydişehir  Eti Alüminyum Fabrikasını çalıştırmak üzere bedelsiz verilen Oymapınar Barajında 2011 – 2014 arası üretilen elektriğin yüzde 86.8’inin piyasaya satıldığı ortaya çıktı…..  “Oymapınar Barajı, Seydişehir Eti Alüminyum Fabrikası çalıştırılsın diye Cengiz İnşaat’a bedava verilmiştir. Bakan’ın yanıtı fabrika çalışsın diye verilen barajın, fabrikanın enerji ihtiyacı için değil, şirketin nakit ihtiyacı için, şirkete doğrudan para aktarmak için kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu kadar açık hukuksuzluğa rağmen, Oymapınar Barajı geri alınmıyorsa, Cengiz İnşaat’ın cebine giden yaklaşık 3 katrilyon lira geri alınmıyorsa, burada iktidarın da ortaklığı söz konusudur. Oymapınar Barajı Cengiz İnşaat’a dolaylı olarak da AKP’ye para akıtıyor.” 11.2016    ALBAYRAK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir